Emrah Altındiş’i, 31 Mayıs 2014’te araştırmacı olarak çalıştığı Harvard Üniversitesi’ne bir konuşma yapmaya gelen dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e sorduğu soruyla tanıdı Türkiye. Gül’ün salondakilere Türkiye’nin demokrasi alanında yaşadığı ilerlemeyi anlattığı sırada, söz istedi. Ve polis şiddeti sonucu altı kişinin öldüğü, yüzlerce kişinin yaralandığı Gezi Direnişi’nın yıldönümüne denk gelen panelde, Cumhurbaşkanı’na “Türkiye’de insanlar ölürken geceleri nasıl uyuyorsunuz” dedi. Dr. Altındiş’in hayatı işte o sorunun ardından, kabus dolu bir döneme girdi. Tehdit edildi. Hakaret mektupları aldı. Ve en tehlikelisi, Temmuz ayında, çalıştığı Harvard Üniversitesi’nin öğretim üyelerine, hakkında sahte isimle bir e-posta gönderildi. İçinde genç akademisyenin Türkiye’de çekilmiş özel fotoğraflarının da yer aldığı, yasadışı örgütlerle bağlantısı olduğunu iddia eden, son derece profesyonelce hazırlanmış, 19 sayfalık bir ihbar mektubu. İşini kaybediyordu. Ve Amerika’yı terk etmek zorunda bırakılıyordu. Ancak uzun bir polis soruşturmasından sonra haklı olduğu anlaşıldı. Hayatını geri kazandı. Harvard’a bağlı Joslin Diyabet Merkezi’nde Nobel’e aday gösterilen ünlü bilim adamı Ronald Kahn’ın laboratuvarında yeni bir işe başladı. Dr. Altındiş o soru sonrasında başına gelenleri Hürriyet’ten Tolga Tanış’a anlattı.
-Harvard’daki sorudan sonra hayatınız normale döndü mü?
Biraz meşakkatli oldu ama şimdilik normale döndü.
-O sorudan sonra iş ne kadar uzadı?
Bayağı uzadı. Malum, sistem kendisini sorgulayanı sevmiyor. Sosyolog Pınar Selek’i düşünün ya da 14 yaşında polis tarafından öldürülen Berkin Elvan’ı. Ufacık çocuk ne ile suçlandı? Terörist olmakla. İşte ben de Türkiyeli bir bilim insanı olarak benzer bir saçmalığı buralarda yaşadım.
-Ne oldu?
Tam her şey yoluna girdi derken, 17 Temmuz’da çalıştığım bölümdeki hocalara bir e-posta gönderildi. Özetle, benim DHKP-C örgütüne üye çok tehlikeli bir terörist olduğumu, bölümdeki herkesin, hatta ailelerinin yaşamlarının bu yüzden tehlikede olduğunu söylüyordu. Ortalama bir Amerikalı’nın terör konusunda hassasiyetini bilen birileri tarafından yazıldığı, örgüte dair verdiği pek çok detaydan belliydi. Gereğinin derhal yapılmasını istiyordu.
-Siz nasıl öğrendiniz?
Mesajı alan hocalardan.
-Kaç kişiye gönderilmiş?
Bölümdeki bütün hocalara gitmiş. 30 kişiye birden. Bir kişiyi bile atlamamışlar.
-Ne yaptınız?
Tabii insan saşırıyor. Boston’da ifade özgürlüğü konusunda uzman avukatlarla görüştük hemen. İnternet alanında tecrübeli avukatlarla da IP adresine ulaşıp araştırttık. Gönderildiği şehir neresi çıktı dersiniz
-İsim belli mi?
Mesajın gönderici bölümünde bir isim var ama sahte. Gönderildiği tam adrese henüz ulaşamadık.
-DHKP-C ile bir ilişkiniz olmuş muydu?
DHKP-C veya başka bir yasadışı örgütle yaşamımın hiçbir döneminde yakından uzaktan bir ilişkim olmadı. İntikam amaçlı saçmasapan iddialar. Bir de azıcık beni tanıyan ya da yayınlanmış yazılarımı okuyan herkes bu iddianın ne kadar mesnetsiz olduğunu rahatça anlayabilir. Akıllarınca burada da ciddiye alınacaklarını düşündüler.
-Daha da da ileriye görütebilirler mi bu işi?
Türkiye’de hukuk hep siyasetle iç içeydi ama AKP döneminde tüm muhaliflere karşı kullanılan keskin bir kılıca dönüştü. Binlerce muhalif insan hapislere atıldı. Yayınlanmamış kitaplar, poşular delil oldu. Aynı yöntemle yaşamımın hiçbir döneminde alakam olmamış ve olmayacak bir yasadışı yapıyla beni ilişkilendirip bir dava dosyası açabilirler. Böyle bir skandalı göze alırlar mı, yaşayıp göreceğiz.
-Harvard olaya nasıl yaklaştı?
Bu e-postanın amacını idrak edemeyen bir-iki kişi çıksa da, pek çok hoca gelip benimle konuştu, destek oldu. Zaten soru konusunu biliyorlardı ve hepsi bu saldırının ne amaçla yapıldığını anladı.
-Tehdit edildiniz mi?
Evet, farklı adreslerden bana gönderilen yüz kadar tehdit ve hakaret mesajı da var.
-Ne tür hakaretler?
Farklı motifler var. İlki “Ermeni dölü”, “Rum dölü”, “Yahudi dölü”, “Kansız Kürt”, “Sen Türk olamazsın”, “Vatan haini” gibi ırkçı ezberler. Bir de “Ülkemizi küçük düşürdün alçak, şerefsiz” minvalinde çirkin sözler. Uluslararası Çalışma Örgütü raporlarına göre iş kazalarında Avrupa birincisi, dünya üçüncüsüyüz. Sınır Tanımayan Gazeteciler’e göre basın özgürlüğünde 180 ülke arasında en sonlardayız (154. sırada). OECD’nin son raporunda, 34 ülke arasında eğitimde son sıradayız. 1 katrilyona saraylar yapılırken, TÜİK’e göre nüfusun yaklaşık yüzde 20’si yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Bizi rezil eden bir şey arayanlar bu bağımsız raporlara baksınlar.
-Tüm bu hakaretler, tehditler sizi ne kadar endişelendirdi?
Ölüm tehditleri de aldım. “Seni bulacağız”, “Yaşatmayacağız”, “Kaçamayacaksın bizden”. Bu tehdit kampanyasının hangi kısmının resmi devlet görevlileri tarafından organize edilip hangisinin özde vatandaşlar tarafından yapıldığını, riskin ciddiyetini tabii ki ayırt edemiyoruz. Ancak Türkiye’de derin devletin çok köklü bir geleneği var. Ve insanın aklına her türlü ihtimal geliyor doğal olarak.
-Türkiye’de yaşanan yargı skandallarını gördükçe “Bunlar benim de başıma gelir mi” diye düşündünüz mü?
Siz olsanız düşünmez misiniz? Özellikle bölüme gönderilen mesaj, direkt bir iddianameye dönüşebilir. Şöyle garip olaylar da oldu. Bazı “kadın” profilleri sosyal medya aracılığı ile benimle ısrarla tanışmaya, görüşmeye, hatta Boston’a gelmeye çalıştılar. Buradaki avukatlarım Türkiye’den, Avrupa’dan farklı adresler saptadılar.
-Gerçek kişilerden gelmiş mesajlar mıydı?
Tabii araştırdığımızda çoğunlukla bu profillerin gerçek olmadığını gördük. Belki de derin bir akıl beni rezil etmek, belki de özür diletmek için bir komplo çalışması yaptı. Bir de, sorunun hemen ertesi günü Twitter’da ismimle-resmimle bir hesap açıldı. Kapattırdık hemen. Ben de Twitter dünyasına girdim o vesileyle. O da garipti.
-Peki geriye dönüp baktığınızda, başınıza gelen bunca olaya rağmen “O soru için değdi” der misiniz?
Kesinlikle! Ufacık bir pişmanlığım yok. İnsan hakları ihlallerinden mağdur olmuş ailelerde ufacık bir ferahlama yarattıysam o bana bir ömür yeter. Ayrıca cesaret bulaşıcıdır. Bunu Gezi’den de, diğer demokrasi mücadelelerinden de biliyoruz. Türkiye’de insanlar farklılıklarına rağmen yan yana geldiklerinde korku duvarının yıkılabileceğini gördüler. Eminim bu antidemokratik duvarlar yeniden yıkılacak. Memlekette o kadar çok insan demokrasi ve özgürlük için bedel ödüyor ki, benim yaşadıklarım istisna değil.
-Sizi en çok üzen ne oldu?
Benim Cumhurbaskanı’na yönelttiğim soru insan haklarına dair bir soruydu. Türkiye’de yaşam hakkı halen her gün ihlal ediliyor. Ermenek, Isparta iş cinayetleri daha dün oldu. Keza her gün kadın cinayetleri. Roboski katliamından yargılanan bir kişi bile yok. Başıma gelenlerden öte Türkiye’de insan hakları ihlallerinin hız kesmeden sürmesine çok üzülüyorum. Türkiye insanı bunları hak etmiyor.
-Bir gün Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz?
Türkiye’ye dönmeyi çok istiyorum, üniversitelerle ciddi görüşmelerim de vardı ancak şu anda bu planımı erteledim. Gelecekte İstanbul ya da memleketim İzmir’e dönüp bir kamu üniversitesinde çalışmak istiyorum. Ancak bugün dönsem, güvenlik risklerini geçtim, AKP’nin kontrolündeki YÖK ve TÜBİTAK gibi kurumlar, benim için bir sürü akademik engel yaratacaktır.
-Bu yaşadıklarınız Türkiye’ye bakışınızı değiştirdi mi?
Olumsuz anlamda diyorsanız, elbette hayır. Amerikalı entelektüel Noam Chomsky hoca ile birkaç kez görüşme imkânım oldu. Ve her seferinde Türkiyeli insanların cesaretine ve özgürlük arayışına olan saygısını dile getirdi. Bugün demokrasi ve insan hakları konusunda oldukça üzücü günlerden geçiyor olsak da, ben bunun değişeceğinden eminim. Gezi’yi Gezi yapan o rengarenk gençler… Kürtlerin, Alevilerin, azınlıkların eşit yurttaşlık mücadelesi… Kadınların özgürlük ve yaşam mücadelesi… HES’lere, nükleere karşı direnen Karadeniz insanı… İslam’ı zenginlerin hegemonyasından kurtarmaya çalışan antikapitalist Müslümanlar… Taşerona ve sömürüye karşı mücadele eden işçiler… Bunları görünce ben Türkiye insanına çok güveniyorum. Türkiye, bugün yaşadığımız koşullardan çok daha iyisini hak ediyor.